12 Nisan 2015 Pazar

BEN, ÇERKES HASAN


Ben, Çerkes Hasan.
Cebir ile, zor ile padişah hal etmek, sonra da katletmek ne demekmiş hepinize göstericem. Yemin olsun göstericem...

...

Babam Kafkaslarda Ruslara karşı uzunca mücadele eden Çerkes Gazi İsmail Bey'dir. Ablam Nesrin Sultan saraya gittikten sonra Padişah Efendimiz Sultan Abdülaziz ile evlendi. Ben ve kardeşim Osman, Çerkeslerde adet olduğu üzere askerlik mesleğini seçtik ve subay olduk. Zamanla yükselerek Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) ve Şehzade yaveri oldum.


Ablam Nesrin Neş'erek Kadın Efendi, Padişah Efendimize Mehmed Şevket Efendi, Esma Sultan ve Emine Sultan olmak üzere üç tane nur gibi evlat vermişti. Şevketli, Devletli Padişah Efendimiz hem bana, hem ablam Sultana, hem de şehzadelerimize, sultanlarımıza ziyadesiyle nazik ve sevecen davranırdı. Kendisi dışarıdan ne kadar heybetli, ne kadar azametli duruyorduysa; içeriden, iç dünyasından da bir o kadar nazik, sevecen, şefkatli ve merhametli idi. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a, böylesine bir şevketli Sultan'ı bize verdiği için şükreder, onu başımızdan eksik etmemesi için de niyaz ederdik.


Haşmetli Hakanımız Sultan Abdülaziz Han Hazretleri, Devlet-i Aliyye'nin gelişmesine ve askeriyeye çok itina gösterir idi. Kurduğu donanma, zamanın en iyi donanmalarından biri olmuş idi. Sadaretteki bazı paşalar üzerilerine düşen görevleri layıkıyla yapamadıklarından ekonomik bazı sıkıntılar baş göstermiş olduğu malumdur. Lakin şu da malumdur ki, cihanın en büyük askeri kuvvetini kurmaya teşebbüs etmek, bu konuda geceyi gündüze katmak elbette ki borçlanmayı getirecektir. Lakin bunlar üstesinden gelinemeyecek borçlar değildi.


Cennetmekan Haşmetli Efendimiz Sultan Abdülaziz Han Hazretleri, memleketin gelişmesi ve ilerlemesi ile öylesine meşgul idi ki, kendi eliyle silahlandırdığı bazı paşaların ikbal hastalığına yakalandıklarını fark edememişti. Balkan topraklarımızda yaşanan felaketlerden sonra İngiliz Sefaretinden aldığı destekle Midhat Paşa önderliğindeki birkaç paşa, parayla topladıkları birkaç yüz işsiz ve öğrenciyi Dolmabahçe Sarayı'nın önüne istiflemiş ve bu felaketlerden hükumetin sorumlu olduğunu, halkın da bu hükumeti istemediğini söylettirmişti. Eline para sıkıştırılan birkaç yüz işsiz ve aklı ermez öğrenciyi sarayın önüne sürerek; ''halk böyle istiyor'' dedirttimişlerdi.


Cennetmekan Hazretleri eli mahkum kabul etmişti bunu. Hükumeti değiştirmişti. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa görevinden azledilmiş, yerine Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa; Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi yerine Hasan Hayrullah Efendi, Serasker Abdülkerim Nadir Paşa'nın yerine Hüseyin Avni Paşa getirilmişti Zat-ı Şahane'nin emriyle.


Bu paşaların tamamı, daha önce Zat-ı Şahane'lerinin görevden azlettiği paşalar idi. En tehlikelileri de Midhat ile Hüseyin Avni Paşalardı. Midhat Paşa, İngiliz sefaretinin Devlet-i Aliyye'deki en güvendiği isimdi. Göklere ulaşacak kadar büyük kibir sahibi idi. Tebaasının uğurlarında öldükleri ve her daim seve seve ölecekleri Hanedan-ı Ali Osman'ı, kendi kibrinden daha küçük görür; ''Bugüne kadar Ali Osman oldu, bundan sonra Ali Midhat oluversin'' diyecek kadar nefsinin, şeytanının ve küffarın oyuncağı olmuş bir sefil idi.


Hüseyin Avni Paşa ise bir o kadar kibirli, fevkalade kindar, hırslı ve tamahkar biri idi. Aslında zamanı geldiğinde Midhat Paşa'yı bile harcayabilecek bir yapıya sahipti.  Lakin paşanın arkasında duran gücü bildiğinden buna pek cür'et edemiyordu. Devlet-i Aliyye'nin bütün ordularının başına geçmişti bu yılan. Ama bu ona yetmiyordu. Yetmeyecekti.


Bu hükumet, makam ve mevki değişikliğinden sonra nefislerinin gülünç birer oyuncağı olmuş bu ikbal düşkünü paşalar Haşmetli'ye ''Meşrutiyet''i ilan ettirme çabasına girdiler. Lakin Haşmetli buna sıcak bakmıyordu. Hakeza bu durum, bütün cihan devletleri Devlet-i Aliyye'den bir parça koparmak isterken olacak şey değildi. Heyhat! Bu paşalar da zaten bizzat o cihanın geri kalan devletlerinin bu topraklarda makam mevki sahibi olmasını istedikleri paşalar idi.


O gece dalgalar kadar günah vardı bu şehirde..
Denizler kadar büyük günah vardı..


Padişahı korumaya geldiklerini sanan yüz kadar asker, üzerilerine asker üniforması giydirilmiş yüz kadar harbiye öğrencisi toplandı Dolmabahçe Sarayı'nın önüne. ''Padişahın canı tehlikede, onu korumaya geldik'' dendi saray efradına. Silahlar dayadılar kafalara. Karşı çıkanları darp edip tutukladılar. ''Padişahı koruyoruz'' diye girdiler saraya, ardından Şehzade Murad'ın cülus topları ateşlendi. Cennetmekan anlamıştı durumu. Yanına giren askerler; ''halk sizi tahttan indirdi'' dediler Haşmetli'ye. Heyhat! Hangi halk? O gece orada olanları bilmeyen halk mı..


Günahları bununla bitmedi..
Harem dairesine girmeye bile tenezzül etti, cesaret gösterdi bu hırstan, açgözlülükten gözleri dönmüşler.. Harem ahalisinin sahip olduğu cümle mücevheratı ''bunlar millete aittir'' diyerek ceplerine attılar. Ablam Nesrin Sultan'ın üzerini örtmek için aldığı şalı bile üzerinden çekme, el sürme cesaretini, küstahlığını gösterdi bu kalleş köpekler..

Bir İslam Halife'sine, bir İslam Halife'sinin haremine el uzatabilecek kadar gözleri dönmüş, küstahlaşmış, nefisleri oburlaşmış, kibirleri boylarını aşmış, şeytanın oyuncağı olmuş bir sefil sürüsü idi oradakiler..

Harem ahalisinin ellerindeki, kollarındaki, kulaklarındaki mücevheratı dahi almışlar, sarayı tamamen yağma etmişlerdi. Ablam Sultan'ın üzeri açılmış, o soğuk ve yağmurda hasta edilmişti. Haşmetli Hakan saraydan ayrılmadan önce yanına amcası Sultan Selim'in kamasını almış idi kendisini muhafaza etmek için.


Kendisini önce Topkapı Sarayı'nda, Sultan Selim Han'ın boğdurulduğu odaya naklettiler. Mesaj vermek için.. Bir iki güne de Fer'iye Sarayı'na nakledildi Haşmetli. Ekmeğinden, suyundan kestiler. Odasından dışarı çıkmayı yasak ettiler. Sabık bir İslam Halifesi'ne layık gördükleri muameleye bakın.. Sinelerinden vicdan yerine taş taşıyandan başka kim eder bunu deyin bana!


Kim milletin Halifesi'ni cebir ile, zor ile, yalan ile, dolan ile, hile ile tahtından indirir? Kim Emir-ül Müminin'in tahtını gasp ile elinden alıp, kendisini aç, susuz, ıssız bir odaya hapseder? Deyin bana!


Her büyük günah, bir diğerini doğururmuş.. Şeytana eğer güç verirseniz, insanı insana, kardeşi kardeşe kırdırır. Kan dökülür.  Hak'kın yarattığı cihanda haksızlık alır başını gider. Günah kaplar dört bir yanı. Nefes aldıkça günaha batarsınız. Nefes verdikçe günaha bulanırsınız. Otursanız bir günahtır, kalksanız ayrı bir günah.. Toprağın altı, toprağın üstünden daha hayırlıdır öyle zamanlarda. Çünkü toprağın üstünde yaşayan Ademoğlu, toprağın altında yatan Ademoğlunun yaptığı hataları tekrarlar. Daha büyüklerini işler.. Toprak altında olanların pişman olduğu şeyler için, toprağın üstündekiler birbirlerini yer, bitirir, kan döker..


Hal edilişinden daha beş gün geçmişti Zat-ı Şahane'nin. Vakit sabahtı.
Haşmetli'nin kendisini muhafaza için yanına aldığı kaması gizlice alınmıştı. Damad Mahmud Paşa sabık Sultan Efendimizin güya hizmetine üç pehlivan atamıştı. Pehlivan Mustafa Çavuş, Boyabatlı Hacı Mehmed, Cezayirli Mustafa...


Mabeynci Fahri Bey vardı bu cellat güruhunun başında. Altı- yedi kişiydiler. Birileri kapıyı kollarken, diğerleri Haşmetli'yi derdest etmişler, bacaklarına ve kollarına oturmuşlar ve bileklerini kesmişler idi. Bir Hanedan üyesinin, hele ki sabık bir padişahın, bir İslam Halifesi'nin kanına girmişler, kanını akıtmışlardı. O kan damlası yere düştüğü anda çekilecek cezadan o itlerin her biri sorumlu idi, lakin bunu millet daha ağır ödeyecekti..


Paşalar haberi evlerinde beklemekteydiler. Mabeynci Fahri Bey derhal Hüseyin Avni Paşa'ya haber götürmüş idi. Bu kindar ve hırs düşkünü paşa da Haşmetli'nin naaşını görmeye geldi. Lakin padişah efendimiz hala hayatta idi. Üzerine bir pencere perdesi örtülmüş şekilde yatıyor ve inliyordu. ''Allah'' diyordu..


Bedeni muayeneye gelen doktorlara izin vermedi Hüseyin Avni Paşa. ''Bu avam bedeni değildir, sabık bir padişahın bedenidir.'' diyerek engel oldu cümle doktorlara. Dokunmadan, bakmadan, görmeden rapor yazacaksınız dedi.


Bir cihan sultanı, bir İslam Halifesi, bir Osmanlı Hakanı, bir hanedan üyesi kanlar içinde inleyerek, acı çekerek, saatler içinde öldürülmüştü. Birkaç gün sonra da ablam Sultan'ı aynı şekilde öldürdüler bu eşkıyalar.


Mesele kapatıldı, insanlar susturuldu, ahaliye yalan üzerine yalan söylendi. Suçlular ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyor ve zafer çığlıkları atıyordu. Artık tüm gücün kendi ellerinde olduğuna inanıyorlardı.


Amma kimse bilmese de ben bilirim hakikati. Kimse etmese de ben ederim cesaret. Ah ettim, ahdettim. Her kim girdiyse Padişahın kanına, onun kanını dökmek farzdır!

''Ablamın da, padişahımızın da kanı yerde kalmayacak, milletin hakkı yerde kalmayacak, ümmet-i Muhammed'in hakkı gasp edilmeyecek!'' dedim.

''Cebir ile, zor ile padişah hal etmek, sonra da katletmek neymiş hepinize göstericem. Yemin olsun göstericem!'' dedim.


Tabancalarımı aldım, üniformamı giydim ve Midhat Paşa'nın konağında gittim. ''Davranmayın'' diye girdim içeri. Önce Hüseyin Avni Paşa çıktı karşıma, oracıkta vurdum. Sonra önüme kim geçtiyse ona ateş ettim. Heyhat! Midhat Paşa'yı kaçırdım elimden! Amma Hüseyin Avni Paşa kurtulamadı Allah-u Teala'nın kısasından.


Sonra askerler çullandı üzerime, derdest edildim, zindana atıldım. Birkaç saat sonra da hakkımda hüküm çıktı, idam dediler. Ne kayıtlara geçirdiler, ne doğru dürüst mahkemeye çıkardılar, ne de doğru dürüst dinlediler. Hüküm de onlarındı, karar da, infaz da.. Dünyadaki hüküm, asıl hüküm sahibine kul olanların değil de, nefsine ve şeytana kul olanların eline geçti mi vay mazlumların haline..


Beyazıt Meydanı'na götürdüler sürükleye sürükleye kollarımdan. Duymayan duysun, bilmeyen bilsin. Hüseyin Avni Paşa'yı ben öldürdüm. Ben, Çerkes Hasan. Cebir ile, zor ile padişah hal etmek, sonra katletmek neymiş hepsine gösterdim. Gösterdim ki kimse bi daha milletin hakkına tevessül etmesin. Bir daha Halife'ül Müslimin kanı yere dökülmesin.


Herkes değil, birkaç yiğit hatırlasın beni.
Beyazıt Meydanı'ndan geçerken; ''Çerkes Hasan burada asıldı, burada şehid edildi'' desin. Bir Fatiha okunsun ardımdan, kafidir. Fazlasında gözüm yoktur.


Ben, Çerkes Hasan. Hak'tan geldim, Hak'kı aramak, Hak'kı almak uğrunda Hak'ka gittim..