1 Ocak 2015 Perşembe

MODERN GÜNAHLAR


Esselamu aleyküm canlar.

Dünya yeni bir hale büründükçe, insanlar da yepyeni hallere bürünmeye başladı. Kafalardaki anlayışlar ve standartlar değişti, ölçüler değişti, bakış açıları değişti. Bir şeyleri yapma veya anlama yolları da değişti, ama varılan yer hala değişmedi. Ki bazı şeyler asla da değişmeyecek.


Örneğin insanların yedikleri yemeklerin türleri değişti. Kimi ürünlere GDO katkısı yapıldı, kimi ürünler ilk defa ortaya çıkarıldı. Fast food denilen ve milyarlarca insanın yediği şeyler üretildi. Lakin yemek türleri değişse de, insanların bunları yeme amacı veya onlara gerek duydukları gerçeği asla değişmedi. Binlerce yıl önce de insanlar acıkıyor ve yemek yiyorlardı, şimdi de öyle yapıyorlar.


Belli sınırlar çerçevesinde her şey değişir; yine belli sınırlar çerçevesinde hiçbir şey, asla değişmez. Bu gerek insan olmanın, gerekse doğanın ve evrenin kanunudur.


Fakat gelin görün ki, birçok günümüz insanı, değişebilen ve değişmeyen bu şeylerin arasında kalmış. Ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar, çünkü düşünmüyorlar. Düşünseler de, içinde bulundukları çağdan bağımsız düşünemiyorlar. Beyinleri köleleştirilmiş. İçinde bulundukları çağ, beyinlerini ele geçirmiş ve kendisinden bağımsız düşünmesine asla izin vermiyor.


Bu yüzden etrafınızda ve her yerde arafta kalmış insanlar görürsünüz. Sizin gibidirler. Normal görünüşlü, normal alışkanlıkları olan, yemek yeyip uyuyan insanlardır. Fakat göremediğiniz kısımda, yani beyinleri ve kalplerinde ne yazık ki koca koca kelepçeler taşıyan insanlardır.


Kafaları o kadar karışmış, o kadar allak bullak olmuş insanlardır ki, kötü bir şeyden bahsettiğinizde ve bahsedilen bu kötü şeyi kendisinin yapıp yapmayacağını söylediğinizde, cevabı kesinlikle ''tabiki asla yapmam'' tarzında, oldukça kararlı ve ikna edici olacaktır. Lakin aynı şeyin başka versiyonunu, yalnızca başka bir forma bürünmüş olan halini belki de her gün yapıyordur. Ya da yapılmasına ses çıkarmaz.


İşte bu da günümüz dünya sisteminin, insanların kafalarının içine ne denli girdiğini ve onu ele geçirdiğini gösterir. Buna elle tutulur örnek verecek olursak eğer; sokaktan geçen sıradan bir insana ''hırsızlık nasıl bir şeydir?'' ve ''Hırsızlık yapar mısınız?'' sorularını sorarsak, neredeyse tamamına yakını bunun çok kötü bir şey olduğunu ve asla yapmayacaklarını söyler. Bunu onlara kafalarındaki hırsızlık tanımı söyletir.


Lakin aynı insanlara daha önce hiç başkasının wifi'sine bağlanıp bağlanmadıklarını, hiç internetten dizi veya film izleyip izlemediklerini, ya da şarkı indirip indirmediklerini sorarsan, neredeyse hepsi ''evet'' cevabını verecektir.


Öyleyse ufak bir beyin fırtınası yapalım.

Bir film veya dizi yapımı için oldukça yüksek paralar harcanır. Oyunculara verilen paralar, ekipmanlar, iş ekibi, kiralanan yerler vs vs.. Tüm bunlar oldukça yüksek meblağlar karşılığında yapılır ve bizim bildiğimiz ve izlediğimiz diziler ya da filmler haline getirilir. Bunun karşılığında ise, televizyon veya sinemada izlenme oranlarına göre para kazanırlar. Bir süre sonra da DVD ve CD'ye aktarılan bu dizi ve filmler, yine yapımcı şirkete para kazandırır. Kısaca dizi ve filmlerin yapılış amacı, diğer tüm işlerde olduğu gibi para kazanmaktır.


Fakat bir insan gidip de bu dizi ve filmleri internetten izler veya korsan CD-DVD'sini satın alırsa, sahibine para kazandırması gereken bu dizi ve filmler para kazandıramazlar. Yani bu, birinin evine girip cebinden para çalmakla eşdeğer bir harekettir. Çünkü bu iş için, yapımcıların cebinden para çıkmıştır. Ve alınan korsan CD-DVD'ler ve internetten izlenen film-diziler, bu adamların parasıyla yapılmıştır. Demek olur ki, bu iş o adamların cebinden paralarını çalmakla eşdeğerdir.


Hakeza film,dizi ve bazı belgesellerde ''yasal uyarı'' kısımları olur, hani şu izlediğimiz şey başlamadan önce kimsenin asla takmadığı hatta zaman kaybı diye ilerlettiği kısımlar var ya, işte onlar. O kısımlarda ''bu filmin çoğaltılması ve izinsiz satılması, internetten indirilmesi... suçtur'' gibi şeyler yazar.

İşte o şeyler suçtur.

Aynı şeyi şarkılar için de söyleyebiliriz. Oyunlar için de söyleyebiliriz. Aynı yasal ibareyi taşıyan her şey için söyleyebiliriz. Çünkü birilerinin emek ve para harcayarak ürettiği ve para kazanmak için satışa çıkardığı şeye, üretenlere para kazandırmadan sahip olmanın adı ''hırsızlık''tır.


Yani, ''hırsızlık nedir?'' ve ''hırsızlık yapar mısınız?'' sorularına kesin bir tavırla ''asla'' diyen insanların neredeyse tamamı, mutlaka bir kez bile olsa internetten dizi, film, belgesel, şarkı indirmiş veya izlemiş; ya da korsan DVD-CD almıştır. Ya da başkasının wifi'sine bağlanmıştır.


Bu da demek olur ki, insanların kafalarındaki hırsızlık kavramı değişmiş. Kafalardaki bu kavramla oynanmış. Ve insanlar yaşadıkları bu çağın düşünce sisteminin öyle veya böyle kölesi olmuşlar. Beyinlerine ve kalplerine bağlanan kelepçeler sayesinde düşünemiyorlar. Çünkü birkaç dakikalık bir düşünce bile, bu olayı anlamalarına yetecektir. Fakat insanlar düşünmek istemiyor. Böyle mutlular. Gözlerini kapatıp, kafalarında yarattıkları bir hayal dünyasında yaşıyorlar. Lakin gözlerini açsalar adeta bir cehennemde yaşadıklarının farkına varacaklar. Tek yapmaları gereken şey ellerini gözlerinin önünden çekmek. Ama gerçek olduklarına inandıkları yalanlarla mutlu olan insanlar, güzel yalanları çirkin gerçeklere tercih etmekte devam ediyorlar.


Sevdiğiniz, ya da karınız veya kocanız tarafından aldatılsaydınız, bunu bilmek ister miydiniz? Yoksa bilmeyerek mutlu yaşamaya devam mı etmek isterdiniz...?


Müslümanlara şunu hatırlatayım;
Eğer bunları yaptıysanız, veya hala yapıyorsanız, hesap gününde hırsızlıktan yargılanacaksınız..


Ama tabi bunun bir çözümü var.
İzlediğiniz veya indirdiğiniz dizi ve filmlerin orjinal DVD-CD'lerini satın alabilirsiniz. Böylece para kazandırmanız gereken insanlara o parayı kazandırmış olursunuz.


Bir diğer yeni nesil günah ise, nette veya telefonda kısaca sanal alemde gıybet etmektir. Yani insanlar hakkında konuşulmaması gereken şeyleri konuşmak, iftiralar atmak. Özellikle bu konu cidden üzerinde durulması gereken bir konudur. Zira sanal sosyal paylaşım sitelerini kullanmayan insan neredeyse yaşamıyor. Ve buna bağlı olarak da sürekli birileri ya da bir şeyler hakkında yorumlar veya ithamlar yapılıyor.


Arkadaşlarınla bir araya gelip yaptığınız gıybetle, sosyal paylaşım ağlarında veya telefonlarınızda yaptığınız gıybetin arasında hiçbir fark yoktur. Gerçi bu dönemde yüz yüze olsalar da kimsenin gıybete dikkat ettiği, bundan kaçındığı yok ama.. Yine de bazı kimseler bunu yapmaya dikkat ettikleri halde, sanal alemlerde gıybetin alasını yapmaktalar. Çünkü gıybetin ne olduğu konusunda, nelerin gıybete girdiği konusunda ne yazık ki diğerleri gibi kafaları karışık. Düşünmüyorlar.


Bir diğer modern günaha geçelim.
Herkesin akbil basarak bindiği otobüse veya metrobüse, ya da herkesin para vererek bindiği minibüse akbilsiz veya parasız binmek..


Ya da bir kul hakkı olarak sırada yer çalmak..
Mesela ben çoğu zaman otobüs durağına ilk gelirim, ya da benden başka en fazla bir iki kişi olur. Fakat birkaç dakika sonra toplanan kalabalık otobüsü görünce öyle bir canhıraşhane şekilde otobüse doğru hareketlenirler ki, ortada sıra falan kalmaz. İlk binmesi gereken ben, her zaman en son binerim. Hatta bu olurken çoğu zaman da arkamdakilere de yer veririm, çünkü onlardan biriymiş gibi hissetmek istemem. Yani otobüse en son binsen de aynı yere gidecek, ilk binsen de. Öyleyse bu ilk binme savaşı ne? Oturarak gitme hevesi uğruna insanların sırasını çalmak neden? Bu da hırsızlığın bir diğer çeşidi değil mi?


Ya da yolda yürürken insanlara çarpmak ve hiç özür dilememek..
Bildiğiniz üzre aşırı kalabalık bir şehir İstanbul. Neredeyse yirmi milyona yakın insan var. Caddeler, meydanlar ve toplu taşıma araçları günün her saati ağzına kadar dolu. Bu da haliyle insanları birbirlerine fiziksel olarak yakın kılıyor. Çoğu zaman bir gün içinde onlarca kişiyle çarpışabiliyorsun.


Fakat çarpışmanın fazlalığından mı bilmem, birine çarpan veya ayağına basan kimse artık dönüp özür dilemiyor. İnsanlar kaba.

En ufak, zerre kadar hak sahibinin hakkını almadan bir yere kımıldamayacağı bir gün gelecek, unutmayın. En ufak hak sahibi, yanlışlıkla omzunuzun dokunduğu biri bile gelecek ve sizden hakkını isteyecek. Ona sevaplarınızdan vermek zorunda kalacaksınız, yeteri kadar sevabınız yoksa da onun günahını alacaksınız. Terazi şaşmayacak.


Yani en ufak bir şeyin bile karşılığının çok büyük olduğunu bilmesi gereken bizler, nasıl oldu da bu kadar umursamaz hale geldik?


Amerikan dizi ve filmlerinin bizlere dayattığı kişilikler, olmamız gereken kişiliklerin tam tersi istikametinde bugün. Yolda birine çarpınca, ''Hey dikkat etsene biraz!'' diyen kişiye; ''canın cehenneme adamım!'' deyip, umursamaz ve küfürbaz karakterler ürettiler.
''Çok af ederseniz, istemeden oldu'' diyen insanların sayısı giderek azaldı, bir süre sonra da onlarla karşılaşılınca şaşırılır ve ''hmm gerçekten çok kibar biriymiş'' deme durumuna gelindi. Zaten olması gereken buyken üstelik..


İnsanların kafalarındaki yargıları ve ölçüleri değiştirirseniz, onlara her şeyi yaptırabilirsiniz.
''Asla hırsızlık yapmam'' diyen birine, hırsızlığın başka versiyonu olan başkasının wifi'sini kullanmayı veya emeğini çalmayı son derece normal şekilde yaptırabilir ve ''e canım herkes kullanıyo, herkes alıyo'' gibi cevapları verdirtebilirsiniz.


Bense çapın ve insanlığın gittiği bu yönde, çağdaş ve modern olmayı reddediyorum. İnsanlık tarihinin, insanlıkta en geri kalmış çağının çağdaşı; köleliğin ve her türlü sömürünün, iki yüzlülüğün moda olduğu çağın moderni olmayı reddediyorum. Sığ kafalı aydınların ve bin dolarlık takım elbise giyen eli kanlı beyefendilerin kalın hatlarla, kendi kafalarına göre çizdiği çağdaşlık ve modernlik anlayışını tanımıyorum. Bizim gibilerin ufku, bu kalın kafalı kodomanların çizdiği hatlara sığmaz çünkü.


Bu tür insanların, sizi o kendi çizdikleri modernlik, çağdaşlık, özgürlük ve insan hakları çizgilerine uymamakla suçlaması, kendi sistemlerine köle olmadığınızdandır. Unutmayın; kedi uzanamadığı ciğere murdar der..

Saygılar..